‘Şeytan yükümüzü sırtlanan günah keçisi değilse nedir?’
Deniz Gezgin’in ilk romanı Ahraz’ da kitabın başından sonuna kadar cevabını arayan bir soruydu. Deniz Gezgin bir arkeolog ve mitoloji uzmanı. Bitki, hayvan ve su mitolojisi hakkında kitapları var. Yazar Ahraz’da çokça insan mitolojisine yer vermiş. Duymadığından konuşamayan İsrafil’ in hikâyesinde özellikle dokunma ve koku alma duyuların anlatımına ağırlık veriyor. Deniz Gezgin romanına başlarken sadece atık toplayan bir gencin hikâyesinden yola çıkarak oluşturacakken, romana diğer ana karakterler Adile ve Yusuf’u da dâhil ederek hikâyeyi harmanlıyor.
Suda başlayan ve suda nihayetlenen roman, duymazdan gelip üstüne konuşmadığımız ve zamanla bunu normal saydığımız ‘Ahraz’ dünyamızı yüzümüze vuruyor. Suda doğan ve orada büyüyen Adile’nin hikâyesi ile başlayan roman, kimliksizliğin zamanla iç dünyayı nasıl etkilediği aynı anda dış dünyaya yansımalarındaki anlatım geçişleri ve betimlemeleri romanı okutturmuyor adeta ‘an’ı yaşattırıyor.
Yapmaya karar verdiğimiz şeyler için yol haritamızı çizmeye başladığımızda ‘Her şey önce istemekle başlar’ deriz. ‘İstersen olur, bir adım at gerisi gelir‘ girişimin temel mantığıdır, sonrasında her şey bu temel mantığın üstüne şekillenir. İşte bu konuda Ahraz bizi öyle bir hikâyeye sürüklüyor ki, hayatta her şey istemekle başlar derken, durup düşünüyorsunuz. Okudukça yaşıyor yaşadıkça duygularınız birbirinden katman katman ayrılıyor. Değer yargılarınız, düşünceleriniz, ön yargılarınız, ötekileştirdiğiniz çokça hayat o katmanların arasından sızıp, vicdanınızın orta yerinde birikiyor.
Adile ne isteyecekti hayattan? Bir ev yaşamı bile bilmeyen Adile, oda isteyebilir miydi kendi için? Bir baba şefkati bilmeyen Adile şefkat verebilir miydi İsrafil’e? Dünyaya geliş sebebinin sadece bir ‘ifrit‘ olmaktan ibaret olduğu yüzüne sürekli haykırılan Adile nasıl bir çıkış aramalıydı tüm hayatı için?
Günah nedir? Didem’in tanımına göre günah; bedenimiz ve ruhumuz da dâhil olmak üzere tüm varlıklara zarar veren davranışlarımızın bütünüdür. Vücudumuzun kabul edemeyeceği kadar çok yemek veya hiç yememek organlarımıza vereceğimiz zarar düşünülürse, günahtır. İster bir yaratıcıya inanın ister inanmayın, bu kavramın inançlar üstü, ‘insan’ ım diyen herkesi kapsayacağını düşünüyorum. Düşündüm de ne kendime ne kimseye zarar vermiyorum. Harika bir insanım, ne güzel değil mi? Arka sokaktan gelen bir çığlık sesi duyduğumda penceremi kapatıyorum. Yolda üstü başı yırtık pırtık biri yürüdüğünde çocuğumu yanından hemen çekiveriyorum. Televizyonda beni acıyla etkileyecek savaş haberlerini anında kapatıyorum. Tanımadığım biri benden bir şey istediğinde tedirgin olup geri çeviriyorum. Bilgisayarımın başına geçip birkaç tuşun ucunda az önce sokaktan çığlık sesleri duyduğumu ve dünyanın ne kadar güvensiz olduğuna dair endişe dolu yazılar yazıyorum. Sahi ya ne olacak bu dünyanın hali bu gidişle? Hep kötüye dair ne varsa, benden gayrı herkes işliyor. Günahımı yüklenecek keçim bol benim.
Görmezden, duymazdan gelişimiz günah değil de nedir?
Adile’nin gönlü kabuk bağladıkça vücudu da başkalaştı. Yusuf gönlündekini tek tek tüm ağaçlara işlerken İsrafil’e bütün hikâyesini anlattı. Yusuf anlattıkça anlattı. Sahi İsrafil duymuyordu ya, niye anlattı ki? İsrafil gönlünde birleştirdi tüm anlatılanları. Can bağı ile bağlanan Yusuf ve İsrafil’in iletişim dili öyle kuvvetliydi ki işitemeyen İsrafil tüm anlatılanları kelime kelime işledi gönlüne.
Anlatım içindeki mitolojik betimlemelerle şiirsel anlatımıyla hikâyenin bütünü ile ‘Ahraz’ bu yıl okuduğum en iyiler arasında yer alıyor. Tavsiye ettiğim kişilerin Ahraz’ı kitapçılarda bulamamaları üzücü. Biz okurlara ne verirseniz onu anlar, alır ve okuruz. ‘Ahraz’ ın raflarda çok satanlar arasında yer alması dileğimle…
Didem Yeşim Pektok